21 Eylül 2011 Çarşamba

Bindokuzyüzseksendört ve Gözetim Toplumu

Toplumsal denetim in önemli araçlarından biri olan gözetimin tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eski temellere dayanmaktadır. Toplumların uyum ve birlikteliklerine sağlamak adına geliştirdikleri mekanizmalardan biri olan gözetim, moderniteyle başlayıp enformasyon çağı olarak süre giden dönemde gözetim toplumu kavramı olarak ele alınmaya başlamıştır. Birliktelik ve uyum sağlayacak pratiklerin bütünü olarak toplumsal denetim, genellikle yasaklama, zorunlu kılma ve hukuki yaptırımların yanında medya, sivil toplum örgütleri ve kitle iletişim araçları yoluyla gerçekleştirilen yönlendirmeler olarak kendini göstermektedir. Bu pratikler tarihsel süreç içerisinde denetim ihtiyaçlarıyla birlikte değişim gösterirken aralarında önemli bir yer tutan gözetim, güç ve iktidar ilişkileri bağlamında farklılaşarak giderek bir gözetim toplumu oluşturulması sürecini doğurmuştur.


       Giderek merkezi özellikteki toplumsal bir kurum olarak modernite nin içinde önemli bir unsur haline gelen gözetim mekanizması gelişen teknolojinin de desteğiyle kamusal ya da özel ayrımı yapılmadan her insanın yaşantısını her yönüyle gözetim altına alarak onun algılarını kuşatan bir yapıya bürünmüştür. Bu yapının teknolojiyle bütünleşen medya yoluyla iyice yayılmaya başlamasını ve bir gözetim toplumu oluşumundaki yaygınlaştırıcı etkisini ilk fark edenlerden George Orwell, 1949 yılında yayınlanan 1984 adlı romanında karamsar ve paranoyak bir gözetim toplumu tasviri çizmektedir. Romanda geçen “polis devleti” ve “düşünce polisi” kavramları günümüz gerçeklerini birebir yansıtmakta ve sinemada özellikle 1980’lerden sonra karşılık bulmaya başlamaktadır. 


1 - ) GÖZETİM TOPLUMU

     Gözetim faaliyetlerinin tarihsel süreç içindeki evreleri, var olan iş gücünü denetlemek, vergi toplamaya yönelik kayıtlar tutmak ya da bireyin üretici gücünden maksimum seviyede yararlanmak adına disipline edici yöntemler geliştirmekten geçerek bugün insanı her yönüyle kuşatmış ve onu seçme şansı bırakmadığı yapay bir dünyanın içine hapseder duruma gelmiştir.


     Sosyal bilimler açısından en genel biçimiyle sistematik izleme şeklinde tanımlanabilecek olan gözetim kişi ya da grupların iletişim ve eylemlerini sistematik olarak izlenmesini ifade etmektedir. Sosyal kuramcılar, James Rule’un “özel hayatlar ve genel gözetim” adlı 1970’lerde yayınlanmış makalesine rağmen Michel Foucault’un gözetim i ve disiplini ele alan büyük, kapsamlı ve tarihsel incelemelerinin yayınlanmasına kadar gözetim i kendi başına ciddiye almamışlardır. Buradan yola çıkıldığında konuyu birçok sosyolojik incelemenin içinde yeniden ele alıp, gözetim olgusuyla ilgili süreçlerin nasıl değerlendirildiği başka bir bakış açısıyla incelenebilmektedir. Gözetime yönelik değerlendirmeler kapsamında öne çıkan iki büyük gelenekten ilki olan Marxçı gelenek, emek ve sermaye arasındaki mücadelenin bir öğesi olarak gözetime önem verirken; M. Weber, gözetimi modern örgütlerin bürokrasi içindeki veri saklama ve çağırma aracı olarak ele almaktadır. Yine de gözetim, kapitalizmin fabrika işçilerini izlemesi veya ulus devletlerin yurttaşları hakkında idari fişler tutması gibi bir refleksten ibaret görülürken, gözetim kendi başına bir iktidar kaynağı olduğu göz ardı edilmektedir.   


     Foucault’nunsa gözetim kuramı na olan katkısı modern toplumların dış denetim ve kısıtlamalara güvenmektense, modern sosyal kurumlarla hayatın düzenlenmiş ve belirlenmiş bir yolda sürmesini garanti eden disipline edici pratikler olarak değerlendirmesi şeklinde görülebilmektedir. “Gerçekten de Foucault’dan beri gözetim sosyal analizde merkezi bir yer almaktadır. Foucault’ ya göre modern toplumun kendisi disipliner bir toplumdur; bu toplumda iktidar teknikleri ve stratejileri daima var olmuştur. Bunlar başlangıçta ordular, hapishaneler fabrikalar, gibi belirli kurumlar içinde gelişseler bile etkileri sosyal hayatın dokusuna nüfuz eder.”


     Foucault’nun gözüne de her yere uzanan bir iktidar, demokratik gelecek rüyalarının hepsine ipotek koymuş gözükmektedir. “ Foucault’nun görüşleri sonrasında sosyoloji, gecikmeli de olsa gözetimi, modernitenin merkezi bir boyutu, kendi başına var olan ve kapitalizme, ulus-devlete hatta bürokrasiye indirgenemeyen bir kurum olarak kabul etmiştir.”


     Günümüzde ise büyük bir hızla ve kesintisiz biçimde gelişme gösteren teknoloji sayesinde, özel ya da kamusal alan içinde kalan tüm ilişkiler elektronik gözler ya da daha popüler bir deyimle “big brother” tarafından sürekli izlenir hale gelmiştir. 


         j. Bentham’ın tasarladığı hapishane planını metafor olarak kullanan Foucault’nun, akademik anlamda kuramsallaştırdığı panoptik toplum 20. yy sonlarından itibaren gelişen teknolojiyle birlikte artık mümkün hale gelmiştir. Jeremy Bentham’ın gözetim faaliyetleri ne yönelik incelikli bir mimari biçim olarak, aydınlanma geleneğinin kültürel ve siyasi izlerini radikal biçimde yansıtan panoptikon hapishane modeli, merkezi merkezi bir denetleme mekanı içinde sistematik bir gözetime dayanarak disipline edici gücüyle tüm toplum ve kurumlar açısından temel bir örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda panoptikon, mimari bir yapıyı ifade etmekten öte, bir sistemin mantığını ve toplumsal denetime yönelik işleyiş mekanizmalarını ortaya koymaktadır. Foucault’nun toplumu dönüştüren ve bireyleri sürekli gözetim altında tutan disipliner bir mekanizma olarak kullandığı bu metafor, gözetim toplumunun oluşturulmasında gözetlemek ve teslimiyet yaratmak adına “ belirsizliğin “ altını itaat ettirmenin bir aracı olarak çizmektedir. . “ Modernliğin eleştirisini mikro-iktidar alanlarında görmenin gücü üzerinden yapan Foucault, -gören mi iktidardır, görülmeyen mi, yoksa görülmeden gören mi?- şeklinde formüle ettiği kuramında, mimariden ödünç aldığı panoptik bakış ile görülmeden görenin yarattığı iktidar alanının çekimi üzerinde durur.”


      “Geleneksel toplumların olgunlaşmamış uygulamaları, modern çağda büyük ölçüde yoğunlaştırılıp, sistematikleştirilerek, modern örgütlerin gözetim kapasiteleri sürekli biçimde artmıştır. Böylece gündelik hayatın akışı daha önce olmadığı şekliyle şeffaf hale gelmiştir.”


      Modern toplumun sürekli olarak mücadele alanı oluşturan iktidar teknikleri ve stratejilerine bağlı olarak sergilenmekte olduğu disipliner karakteristik, bu yapısını, gözetleyerek teslimiyet yaratmak adına kullandığı, panoptikon hapishane modelinin de temelini oluşturan “belirsizlik” ilkesine borçludur. Belirsizliği bir itaat ettirme yolu olarak kullanan bu yapının içinde varolan (!) birey her zaman gözetlendiği algısıyla belirlenmiş toplumsal yapıya uyumlanmaktan başka bir seçeneğe sahip olamamaktadır. “Belirsizliğin, tabi olanları denetlemenin bir aracı olarak istismar edilme konusu, burada da karşımıza çıkar; bu yeni elektronik teknolojilerin göze batmadan izleme becerisiyle apaçık bir benzerlik taşımaktadır.”


      Bireylerin kendi iradesi ile seçimlerini yansıtan iç dinamikleri bastırılmakta ve kendileri için özel olarak düzenlenmiş bir forma sokulmaktadırlar. Herhangi bir denetim mekanizmasının gözünün sürekli üzerinde olduğunu düşünen kişi artık kendi başına davranamaz hale geldiğinde, iradesini özgürce ortaya koyamadığından, iradesi zamanla zayıflayarak ortadan kalkmaktadır. Bu durum yalnızca kişiyi özgürlüklerinden yoksun bırakmakla kalmaz, eylemlerini yönlendiremeyecek ve kendi yaşamlarını kurup yönetemeyecek bir duruma sokmaktadır. Kişi artık kendi yaşamının kendi adına düzenlenmesi için ihtiyaç duyduğu denetçilerin elinde olabildiğinde ehlileşmiştir. 


2 - ) “1984” ve GÖZETİM TOPLUMU

     Karamsar bir bakış açısıyla ele alınıp, distopik gelecek tasvirlerinde bulanarak “Gözetim Toplumu” olgusunu irdeleyen ve bir gözetim toplumu yaratılmasındaki sürece eleştirel yaklaşımlarda bulunan filmler, sinemada özellikle 1980’lerden sonra karşılık bulmaya başlamıştır.


     Toplumsal yaşamın, giderek merkezi bir özelliği haline gelen gözetim olgusu, en serbest çağrışımlarla karşı ütopya larda ortaya konmaktadır. Burada tüm derinliği ve acımasızlığı ile gözler önüne serilen gözetim pratikleri, bir yandan bu tip toplumlarda yaşamını sürdürmeye çalışan insanlığın içinde bulunduğu, çıkışı olmayan acınası durumu resmederken, diğer yandan da teknolojik determinist zihni koşullanma ve merkezileşme eğilimi içindeki iktidarlara karşı, bireyleri ve toplumu harekete geçirerek, geleceğe yönelik bir uyarı amacını taşımaktadır. “Gözetim e yönelik analizlerde karşı ütopyaların ele alınmasının nedeni, bunların geleceğin toplumunu betimlemesinden çok, teknolojinin egemenliğine giren ve insan unsurunu giderek saf dışı bırakan gözetim kuramı nın karşı ütopyacı bir karakteristik sergilemesidir. Günümüzde gözetim kapasiteleri veya gözetim araçları gibi kavramlardan bahsedilirken genellikle büyük ağabey metaforu ile büyük ağabey seni izliyor sloganına göndermeler yapılmaktadır.” 


      İngiliz romancısı ve denemecisi George Orwell’ın 1949 yılında yayımlanan “1984” adlı romanı, bu bakış açısı doğrultusunda kaleme alınarak tam da hikayesinin geçtiği 1984 yılında Michael Rodford tarafından filme uyarlanmıştır. Düşünce suçu, düşünce polisi, polis devleti gibi kavramları ortaya çıkaran romandan uyarlanan film özellikle 11 Eylül 2001'de New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'ne ve Washington'da ABD Savunma Bakanlığı'na düzenlenen uçaklı saldırıdan sonra dünyanın içine yuvarlandığı karanlık dönemle birlikte yeniden güncellik kazanmıştır. 11 Eylül olayının ardından ABD'nin çıkardığı Yurtseverlik Yasası devlet güvenliğini sağlama gerekçesiyle bireylerin en temel haklarının askıya alınmasının yolunu açmış, yönetimin ne pahasına olursa olsun insanlar üzerinde sürekli denetim sağlama gayretleri insan haklarını savunan çevrelerde yaygın endişeler doğurmuştur. Gözetilen konumdaki bireylerin yer aldığı filmde denetim-medya-teknoloji bütünleşmesinin yarattığı sonuçlar iletilerek gerçeği saklayan sahte dünyaların nasıl oluşturulduğu ve oluşturulan sahte dünyaların kitlelere nasıl benimsetildiği gözler önüne serilmektedir.


     II. Dünya savaşının tüm dünyayı sarsan etkileri, savaş sonrası değişen her şeyle birlikte sanat anlayışında da köklü değişimlere neden olmuştur. Savaşın getirisi olan yıkım, her anlayıştan sanatçının geleceğe olan bakışlarında karamsarlığı hakim kılmıştır. 1945 yılında biten savaş dünyayı ABD’nin emperyalist, SSCB’nin ise aşırı bürokratik yönetim anlayışlarıyla 2 ayrı kutba ayırmış ve diğer tüm toplumların yönetim anlayışlarını da bu doğrultuda değiştirmeye başlamıştır. Milyonlarca insanın öldüğü savaşlardan önce geleceğe dair umutlar taşıyan insanlık, bu umutları yitirmeye başlarken buna paralel biçimde aşırı milliyetçiliğin yükselmesi, kapitalizmin insanı köleleştirmesi ve baskıcı yönetim anlayışları gibi durumlar karşısında, yalnızca umutlarını değil, yavaş yavaş tüm benliğini yitirmeye başlamıştır. “1984” böyle bir dönemde ortaya çıkan karamsar bir bakış açısıyla yazılmış ve bu doğrultuda karanlık bir gelecek öngörüsünde bulunmuştur. Genel olarak eserlerinde yalın bir dil kullanan George Orwell, kendi anıları dışındaki yazılarında baskıcı rejimlere sert eleştirilerde bulunmuştur. Son romanı “1984”te de hızla yükselerek, geleceğe dair hiçbir umudun kalmamasına neden olan baskıcı rejimlerin, bireye ve topluma olan etkilerinin yanı sıra bireyin ve toplumun özgürlüklerinin sınırlandırılmasının, özgürlük adına yapılması yanılgısının oluşturulması olgusuna vurgu yapmıştır.


     “1984”’ün öyküsüne göre dünya uzun yıllar süren nükleer savaşların ardından 3 kutba ayrılmıştır. 1984 yılında geçen öyküde dünya üzerinde hüküm süren “Okyanusya” “Doğu Asya” ve “Avrasya” adında 3 süper devlet birbirleriyle savaş halindedir. Öykü bu devletlerden Okyanusya’da geçmektedir. Okyanusya, “ingsos” ( İngiliz sosyalizmi) ile yönetilmektedir. Toplum iç parti, dış parti ve proleterler olarak 3’e ayrılmıştır. İç parti devletin mutlak hakimi olan ana yönetici sınıftır ve başında asla yanlış yapmadığına ve söylediği her şeyin doğruluğuna inanılan “Büyük Birader” bulunmaktadır. Dış parti üyeleri ise aşırı duygusal davranışları yasaklanmış devlet memurlarıdır. Proleterler insan olarak bile görülmeyen oldukça kötü şartlarda yaşayan insanlardır. Dış partinin doğruluk bakanlığında eski belgeleri düzenleme işinde çalışan 40’lı yaşlardaki Winston Simith uzun süredir en büyük suç sayılan düşünce suçunu işlemektedir. Dünyayı, gerçekleri, kendi hayatını ve “büyük biraderi” sorgulamaktadır. Kendisi gibi düzene karşı içinde bastırılanlarla karşı durmakta olan Julia adındaki genç bir kadınla tanışan Winston onunla gizli bir ilişki içine girmiştir. Winston gerçekleri sorguladığı ve bunları konuştuğu proletar bölgesinden Charington adındaki bir adamla birlikte karşı devrimci bir örgüt olan kardeşlik örgütüne katılmak için O’brian adındaki bir adamla görüşür. Ancak Winston’un en başından beri eninde sonunda yakalanacak olmasından korksa da kendine hakim olamayarak işlemeye devam ettiği düşünce suçu, O’brian’ın düşünce polisini olmasının ortaya çıkmasıyla son bulur. Winston parti tarafından sorguya çekilerek iyileştirme adı altında yapılan bir çok işkenceye maruz kalır. İşkenceler sırasında kendisi, inançları ve inanması gerekenler arasında gidip gelerek krizler yaşayan Winston, “büyük birader”e itaat edecek hatta onu sevecek bir hale geldiğinde öldürüleceği günü beklemek üzere serbest bırakılmıştır.


     Winston Simith'in ve Julia'nın başkaldırıları olumlu bir sonuç vermez. Çektikleri bütün acılara ve katlandıkları özverilere karşın, mahvolurlar. Manevi bir yıkım yaşayarak yeniden düzenle bütünleşmek, eski yaşamın kurallarına boyun eğmek zorunda kalırlar. Diktatörlük kazanır; karanlık artık en ufak bir aydınlığın sızmadığı bir koyuluğa ulaşır. İnsanlık asla geçit vermeyen sonsuz bir kapanın içine kıstırılmıştır. Baskı düzeninin saçmalığını düşünecek, başka türlü bir yaşamı düşleyecek ve bu doğrultuda harekete geçecek tek bir kişi bile kalmaz.

     1984’ün öngörüleri “Hem resmedilen teknolojiye dayalı gözetim teknikleri açısından çağcıllığını alabildiğine korumaktadır, hem de günümüzde yaşanan gelişmelerle büyük ölçüde paralellik göstermektedir. Bütüncül bir bakış açısıyla ele alındığında, 1984’te üç temel motifin söz konusu olduğu görülür: birincisi devamlı değişen ittifaklar içinde dünyanın üç büyük devlete bölünmesi ve bunların sürekli savaş durumda olmaları; ikincisi, bu devletlerin her birinde yaşayan iç zorbalıklar ve – kapitalizm ile sosyalizmin ötesinde – totaliter bir toplumun betimlenmesi ; özellikle vurgulanan üçüncü durum da toplumun teknoloji aracılığıyla sürekli gözetim altında tutulmasıdır. Bu gözetim temelde, düşünce/eylemlere yönelik olarak hem de diğer karşı ütopyalara nazaran büyük bir öngörü ve gerçekçilik içinde kavramış görünmektedir.”

      “Orwell’in karabasanı, teknolojik bakımdan artık çağı geçmiş olmasına rağmen, sosyal denetimin uyum içinde yönetilmesinde bilginin ve tekniğin rolünü doğru biçimde göz önüne serer. İnsan onurunda ve gözetimin sosyal bölünmelerinde odaklanması da öğreticiliğini sürdürür. Fakat şiddet içeren yöntemlerden şiddet içermeyen yöntemlere kayma, Orwell’den beri çok uzun bir yol almıştır ve bilişim teknolojisinin kullanılması, gözetime çok daha geniş bir alan sağlamıştır. Üstelik Orwell’in kara ütopya cı bakışında merkezi devlet baskındır. Orwell, merkezsizleştirilmiş ( ademi merkeziyetçi) tüketimciliğin sosyal denetim için nasıl önemli hale gelebileceğini asla tahmin edememiştir.”


     “Karmaşık toplumların idaresinde iktidarı elinde tutma ve yönetme açısından enformasyon teknolojilerinin her tür alt yapısını hazırladığı gözetim mekanizmaları, toplumsal denetiminde standart araçları haline gelirler.  Bu görüşü savunanlardan bazıları enformasyon toplumu nu bir ideoloji sınıflaması içinde ele almış ve kapitalist sistemin bugünkü ihtiyaçlarıyla ilişkilendirmiştir. Bu anlamda günümüz toplumunun demokratik ve özgürleştirici bir yapıdan ziyade Orwell’ın 1984 adlı eserini andırır şekilde sistematik ve sıkı denetim teknikleri üzerine kurulu bir toplumsal yapıyı müjdelediğini söylemek yanlış olmayacaktır.”


     “1984” savaşın egemen güç tarafından nasıl yansıtıldığı konusunda çarpıcı bir saptamadır. Buna göre, savaş tüm hunharlığıyla evrensel boyutlarda süregelmektedir; ırza geçme, yağma, çocukları katletme, ülke nüfuslarının köle durumuna düşmesi, tutsakların kaynar suya atılması ya da diri diri gömülmesine dek varan dehşetler olağan sayılmaktadır.


     Romanda Okyanusya'nın baskıcı düzeni, kendisine karşı muhalefetin gelişmesini kökten önlemek üzere "düşüncenin tüm biçimlerini olanaksız kılmayı" amaçlayan yeni bir dil geliştirir. “Yenikonuş” adı verilen bu dilde, herkesin bildiği kavramlar tam tersi bir anlama bürünür, örneğin savaş-barış, özgürlük-kölelik, bilgisizlik-kuvvet anlamına gelir. Baskı ve işkenceden sorumlu bakanlığın adı Sevgi Bakanlığı, savaştan sorumlu bakanlığın adı Barış Bakanlığıdır.1984 “Okyanusya devletinin resmi dili olan “yenikonuş”u anlatırken aynı zamanda dilin çağdaşlaşması olgusunun da karşıt çıkarımlarla altını çizmektedir.Tek boyutlu toplumun ve düşüncenin oluşturulmasında en önemli araçlardan biri de kuşkusuz “dil”dir. Dil zenginleştikçe, düşünce de zenginleşir. Orwell 1984 adlı eserinde bu düşünceden hareket ederek, partinin yeni bir dil yaratma çabasından söz eder. Buna göre, eski dilin kelimeleri, “iskelet haline” getirilinceye kadar kesilip biçilecektir. Düşünce hayatını yok etmek ve ülkenin geçmişiyle ilişkisini koparmak için, ülkenin dili tahrip edilmekte, sürekli yeni kelimeler üretilmekte, halk içeriği boşalmış kelime ve kavramlarla birbirini anlamadan konuşmaya zorlanmaktadır. Eski kavramlardan ve eski kelimelerden arındırılan yeni dilin adı “Yenikonuş”tur. Yenikonuş’un temel ilkesi düşüncenin tüm türlerini olanaksız kılmak, düşünme sınırlarını daraltmaktır. “Sonunda düşünce suçunu olanaksızlaştıracağız, çünkü en sonunda, onu anlatacak sözcükler kalmayacak. Gerek duyulan her kavram tüm eşdeğer sözcüklerinden sıyrılarak, anlamı kemikleştirilmiş tek bir sözcükle anlatılacak... sözcük sayısı her yıl biraz daha azalacak ve bilincin alanı her yıl biraz daha daralacak... Dil yetkinliğe ulaştığı zaman devrim tamamlanmış olacak...” denilen romanda, sonuçta bütün kavramların içi ya hiçbir şey ifade edemeyecek şekilde boşaltılmıştır veya tamamen tersi kavramlarla doldurulmuştur. Mesela savaş bakanlığının adı “Barış Bakanlığı”dır; rejimin işine gelmeyen gerçeklerin inkarı ve saptırılmasıyla görevli bakanlığın adı da “Doğruluk Bakanlığı”dır... Orwell, dilinin tek özelliği, kuşkusuz, kelime sayısının azaltılması değil. Belki de bundan daha da önemlisi, kelimeleri karşıtı ile açıklamak suretiyle, onları anlamsızlaştırmaktır. Okyanusya’da resmi dil olarak yenikonuş, yardımcı dil olarak da İngilizce kullanılmaktadır. Yenikonuş mevcut tek iletişim aracı olmamasına rağmen parti üyeleri günlük konuşmalarında gittikçe daha fazla yenikonuş diline ait kavramları kullandıklarından, bu dil sürekli bir gelişme halindedir. Yenikonuş belli bir dünya görüşüne aracılık etmenin ötesinde, diğer bütün düşünce şekillerini de imkansız kılma hedefindedir; tamamen geçerlilik kazanıp eski dil unutulduğunda , “ingsos” ( İngiliz Sosyalizmi) ilkeleri dışındaki fikirler de zihinleri işgal emekten uzaklaşacaktır. Bu doğrultuda, yeni kelimelerin uydurulmasına ve maksada uygun olmayan kelimelerin tasfiyesine hız verilmektedir. Bu nedenle kelime dağarcığının daraltılması başlıca bir amaç sayılmaktadır. Yenikonuş’un düşünce evrenini daraltmak için düzenlenmiş olmasından dolayı kelimelerin her geçen gün asgari düzeye inmektedir. Dilin giderek işlevsizleşmesi ve düşünce alanını ifade etmekten uzaklaşması hususunda, günümüzle bazı benzerlikler söz konusudur; bugün internet kullanıcıları tarafından hızla benimsenmekte olan bilgisayar dili yenikonuş ile aynı amaçlara hizmet eder görünmektedir. Böyle bir iletişim ortamı insanı kamusal alana ilişkin somut gerçeklikten koparacağı gibi düşünsel eylemleri de ortadan kaldıracaktır. Sınırlı iletişim olanakları nedeniyle düşünme kapasiteleri giderek körelecek olan bireyler zamanla dilin işlevsizleşmesine bağlı olarak diğer tüm düşünce biçimlerinin geçerliliğini kaybetmeye başlaması sonucunda, iktidarın isteği dışındaki her tür düşünce ve eylemden giderek uzaklaşacaklardır. Bu gün bu hedef doğrultusunda internet ortamında yeni kelimeler ortaya atılarak bunlara yaygınlık kazandırılmakta ve bir düşünce evreninin gerçek yaşama yansıması olan gündelik dildeki kelimelerden hızla vazgeçilmektedir.  Okyanusya ile sanal dünya arasındaki diğer bir benzerlikte tek iletişim aracı olmamakla birlikte bilgisayar dilinin giderek birinci sıraya oturmaya başlaması ve internette küresel bir iletişim kurabilmek için İngilizce’nin büyük bir hakimiyet kurmakta olmasıdır.


     1984’ün Okyanusya’sında gözetim pratikleri umutsuz bir toplumsal yapılanmayla ortaya konmaktadır. “Devletin her şeyi gözetim altında tuttuğu ve en küçük bir aykırılık ile bireyselliğe izin vermediği bu toplumda, yalnızlıktan hoşlandığını belli edecek bir davranışta bulunmak – hatta tek başına yürüyüşe çıkmak bile- merkezi hükümet tarafından tehlike sayılmaktadır. Okyanusya’nın resmi dili olan arıdil içinde bunu tanımlayan kelime “özel hayattır”  ve bencil, yalnız kendisi için yaşayanlar anlamında kullanılmaktadır.”



     “Orwell’in “büyük ağabey” gözetim inin bir başka önemli özelliği, algılanmazlığıdır. Gözetim altındakiler, rahatlayabilecekleri herhangi bir an olup olmadığından emin değillerdir. Tıpkı panoptikon ve aslında Franz Kafka‘nın “şato” veya Margaret Atwood‘un “damızlık kızın öyküsü” gibi gözetim temasını işleyen öteki edebi eserler gibi bu saptanamayan gözetim modeli, belirsizlik sayesinde, gözlenenleri bağımlı kılar. Uygun davranırsın çünkü onların ne zaman izlediklerini asla bilemezsin. Bilişim Teknolojisi gözetimin, bırakalım Kafka zamanını, Orwell’ın zamanındakinden bile daha görünmez yollardan gerçekleştirilmesini mümkün kılmaktadır.”


     1984’ün Big Brotherı her yerde asılı durup herkesi izleyen gözleri dışında gerçek anlamda hiç kimse tarafından görülmeyen, bilinmeyen ama varlığı asla sorgulanmayan, insanları, evlerinde bulundurmaları gereken “teleekran”lar sayesinde kontrol eden, bu ekranlar sayesinde insanlara devletin söylemesi, dikta etmesi gereken bilgileri veren ve hatta vücutlarının hantal kalmaması için yapması zorunda oldukları hareketleri gösteren, evin içinde konuşulanları dahi duyabilen, sürekli açık kalması gereken bir aygıttır.


     “Orwell‘e göre gizlilik insan onurunun bir yanıdır. Winston Simith sonunda kız arkadaşını Julia’ya ihanet ederek ve büyük ağabeyi sevdiğini duyarak pes eder ama bu gizlilik çiğnendiğinde değil, lağım fareleriyle karşı karşıya bırakılarak onuru kırıldığında yapar. Bu andan itibaren Simith’in kimliği büyük ağabeyin’kiyle kaynaşır. Kişiselliği çiğnenmiştir. Elektronik gözetim in içerdiği tehdit eğer sadece özel alanla ilgili bir kaygıya indirgenirse, gözden kaçırılır.”

     ”Birçok noktada Zamyatin’in eseri “Biz” ile paralellik gösteren “1984” daha karamsar ve çok daha çağcıl bir karşı ütopyayı betimler. Buradaki gözetim pratikleri içinde, bizde olduğu gibi – günümüz açısından oldukça sıradan kalan – sokak dinleyicileri değil, enformasyon toplumunun mantığı ve teknolojisi içinde bir işlevselliğe sahip olan ‘teleskrin’ bulunmaktadır. Aynı anda hem yayın yapan hem de bulunduğu yeri gözetim altında tutan çift yönlü özelliklere sahip “teleskrin” hafif bir fısıltı dışındaki her sesi kayıt etmekte ve görüş sahası içindeki tüm hareketleri izlemektedir. Böylece – tanrılsal bir dışavurumun seküler yansıması biçiminde- hiç kimsenin hiçbir zaman göremediği ancak her yerde ve her zaman toplumu gözetleyen “büyük ağabey” gündüz ya da gece evde veya sokakta çalışırken ya da yemek yerken sürekli olarak kişileri gözetim altında tutar. Parti üyesi olan kişiler doğumlarından ölümlerine kadar düşünce polisi nin devamlı kontrolü altındadırlar.  Yalnız oldukları zamanlarda bile – panoptikon un işleyiş mekanizmasında olduğu gibi – gerçekten yalnız olduklarından emin olduklarından emin olamazlar ve nerede olurlarsa olsunlar hiç farkına varmadan gözetlenebilecekleri korkusu içinde yaşarlar. Yaptıkları her şey hatta kendilerine özgü bazı davranış kalıpları bile tüm ayrıntılarıyla inceleme altındadır.


     Big Brother ya da iktidarın gözü, kendi bildiği doğruları topluma aşılamak amacıyla her tür uygulamayı yapmaktadır. ”Okyanusya’da mutlak denetim merkezileşmeyle mümkün kılınmıştı. Günümüzdeyse çağdaş devletlerin idari ve ticari merkezlerin, hala büyük çoğunluğa ilişkin dosyalara erişebildiği bir gerçektir fakat yaygın bilgisayara ağları, işlemleri ademi merkezileştirmektedir. Gerçekten de adem-i merkezilik ve merkezilik arasındaki eski ikiliğin kendisi artık sorgulanabilmektedir. Günümüzün gözetim toplumunun 1984’ün idari mekanizması kadar hantal hiç bir şeye kesinlikle ihtiyacı yoktur.”

     1984’ün evreninde yapılmaması gereken en büyük suç düşünmektir. Zira “Big brother” sürekli insanlar adına düşünürken insanların düşünmesine hiç gerek yoktur. Düşünmenin en büyük suç olduğu, çocuk yapmanın sadece devletin insanlara vermiş olduğu görev bilinciyle şehvetten, arzudan uzak bir biçimde gerçekleştiği bu toplumda, geçmiş var olan tüm belgelerin, yasaklanan ifadeler doğrultusunda değiştirilmesiyle yok edilmektedir.


     Okyanusya toplumunun büyük çoğunluğu, baskıcı düzene karşı ilgisizdir. Büyük Birader'in acımasız diktatörlüğü altında hiç tepki göstermeden yaşarlar.  Burada çok keskin bir hiyerarşi ve sınıfsal yapılanma vardır ; toplum, yöneticiler, parti üyeleri ve proller olmak üzere 3’e ayrılmıştır ve yöneticiler her türlü imtiyaza ve konfora sahipken, kısmen refah içindeki parti üyeleri, Büyük Ağabey’in gözetimi altında yaşamlarını sürdürürler. Varoşlarda yaşayan proller ise, üretici bir güç olarak topluma hizmet ettikleri sürece istedikleri gibi yaşamakta serbest bırakılmışlardır. Nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan duyarsız bir kitle olarak tanımlanan bu sınıf, yine de özgürlüğü getirebilecek olan tek gücü oluşturur. Düşünmeyi öğrenememiş kimseler olarak nitelenen prollere, bir üretim aygıtı olarak görevlerini eksiksiz yerine getirdikleri sürece parti eliyle müstehcenlik, kumar ve fabrikasyon edebiyat sunulur. Prollerin küçük dünyası, ağır işçilik, ev işi, çocuk bakımı, komşularla kavgalar, sinema, futbol, bira ve kumardan oluşmaktadır. Kontrol altında tutulmaları zor olmayan bu sınıf, insani vasıflarını kaybedip, parti üyeleri gibi otomatlaşmadıkları için, bireysel görülebilir.


     1984’ün Okyanusya’sında gözetim pratikleri umutsuz bir toplumsal yapılanmayla ortaya konmaktadır. “Devletin her şeyi gözetim altında tuttuğu ve en küçük bir aykırılık ile bireyselliğe izin vermediği bu toplumda, yalnızlıktan hoşlandığını belli edecek bir davranışta bulunmak, hatta tek başına yürüyüşe çıkmak bile merkezi hükümet tarafından tehlike sayılmaktadır. Okyanusya’nın resmi dili olan “arıdil” içinde bunu tanımlayan kelime “özel hayattır” ve bencil, yalnız kendisi için yaşayanlar anlamında kullanılmaktadır.”

     “Big Brother” ya da iktidarın gözü, kendi bildiği doğruları topluma aşılamak amacıyla her tür uygulamayı yapmaktadır.1984’ün evreninde yapılmaması gereken en büyük suç düşünmektir. Zira “Big Brother” sürekli insanlar adına düşünürken insanların düşünmesine hiç gerek yoktur. Düşünmenin en büyük suç olduğu, çocuk yapmanın sadece devletin insanlara vermiş olduğu görev bilinciyle şehvetten, arzudan uzak bir biçimde gerçekleştiği bu toplumda, geçmiş var olan tüm belgelerin yasaklanan ifadeler doğrultusunda değiştirilmesiyle yok edilmektedir.


     “Genel anlamda “1984” totaliter karakteristik sergileyen liderlerin, teknoloji yardımıyla dünyayı kontrol edebilecekleri bir yapıya dönüşmeleri temasını işler. Bu paralelde, Okyanusya’nın başında bulunan büyük ağabeyde teknolojik olarak neredeyse sınırsız iletişim olanaklarıyla donatılmıştır ve her şeyi gözetim altında tutar; egemenlik gücü nedensizce dağılmaz ve belli bir yerde odaklanır. Bu arada panoptik mekanizmada olduğu gibi kimsenin görmeyi başaramadığı büyük ağabeyin nerede olduğu da hiçbir zaman tam olarak bilinmez ( böylece iktidar bir anlamda mekanik bir karakteristik kazanırken, toplum üzerinde hedeflenen gözetim de çok daha etkili şekilde sağlanabilecektir ) Toplum üzerindeki diğer ezici güçse, büyük ağabeyin başında bulunduğu partidir. Aynı zamanda hükümeti de oluşturan parti, doğruluğun ve gerçekliğin tek/yanılmaz temsilcisidir. Bu nedenle gerçeklik, geçici olan ve her zaman yanılabilen bireylerin zihninde değil, partinin ölümsüz ve kolektif şuurunda var olabilir. Bu arada parti, acilen çözümlenmesi gereken iki büyük sorunla karşı karşıyadır: insanların ne düşündüğünün nasıl öğrenilebileceği ve yüz milyonlarca insanın birkaç dakikada nasıl öldürüleceği.”


     “14.yy ütopya ve güneş ülkesi gibi iyimser ütopyalara yataklık ederken günümüz 1984 cesur yeni dünya ve biz gibi alabildiğine karamsarlık kokan karşı ütopyalara sahne olmaktadır. Bunlar sürekli denetim altında tutulduğunu ve her anının gözlendiğini bilen modern insanın korku ve çaresizliğini dışa vurmaktadır.”


     “1984” Romanı 1984 yılında Michael Radford tarafından sinemaya aktarma yöntemiyle uyarlanmıştır. Bu bakımdan roman ve film arasında aşırı farklılıklar bulunmamaktadır. Kitaptaki detaylar filmde görselleştirilmeye çalışılmış olsa da yinede tamamen aktarım mümkün olmamıştır. Örneğin Okyanusya, Kuzey ve Güney Amerika'yı, Britanya'yı, Avustralya'yı ve Güney Afrika'yı içine alır. Avrasya, Avrupa ve Asya'nın Portekiz'den Bering Boğazı'na kadar uzanan kısımlarından meydana gelir. Doğu Asya ise, Çin, Çin'in güneyindeki ülkeler, Japonya, Mançurya, Moğolistan ve Tibet'i kapsar. Ayrıca, adı geçen üç büyük devletin ele geçirmeye çalıştığı, Ortadoğu, Orta Afrika ve Güney Hindistan'ı içine alan ara bölgeler vardır. Dünya nüfusunun beşte birini oluşturan ara bölgeler, üç devlet arasında sürekli el değiştirir. Ara bölgelerde yaşayan halklar, elden ele geçirilen köleler durumundadır. 


     Üç büyük devlet olan Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya arasında ideolojik farklar yoktur, hepsi aynı dünya görüşüne ve aynı sisteme sahiptir. Bu dünya görüşü ve sistem, "oligarşik kolektivizm" olarak tanımlanır. Oligarşik kolektivizmin egemen sınıfı, kapitalist sınıfın aşağı ve orta sınıf tarafından yok edilmesinden sonra iktidarı ele geçiren yeni aristokratlar çevresidir. Bu çevre, ülke nüfusunun yüzde seksen beşini oluşturan proleterleri sömürür ve ezer. Ayrıca, ara bölgelerin yurttaş bile sayılmayan halklarını köle olarak kullanılması gibi detaylara romanda olduğu kadar yer verilmesi mümkün olmasa da filmin kitaba katmış olduğu pek çok detay da mevcuttur. Örneğin insanlar aşırı bağlılık ve sevgiyle büyük  biraderi selamlama biçimi filmde romandakinden farklı biçimde sıkılı yumruklarını çapraz biçimde kenetleyerek tasvir edilmiştir. Kitabın hafızalarda yer eden evrenini bütünlüklü olarak bir anda görebilmek ve iletmeye çalıştığı hissiyatı tam anlamıyla yaşatabilmek adına film özenli bir görselliğin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitabın boğucu atmosferini bir anda karşımızda bulmaktayız. Yan karakterlerin doğası filmde kitaptaki kadar iyi algılanmamakla birlikte hemen hemen aynı kronolojik sırayla takip ettiğimiz öykünün görselleşmiş biçiminin de en az romanın dili ve içeriği. Kadar başarılı olduğu söylenebilmektedir. Diyaloglar birbirleriyle neredeyse birebir örtüşse de romandaki karakterlerin birbirlerine yoldaş demelerinin filmde kardeş olarak değiştirilmesi gibi köklü değişikliklerde mevcuttur. Ayrıca filmde Winston’un kardeşlik örgütüne katılmak için O’brian’ın evine tek başına giderken romanda yanında Julia’da bulunmaktadır. Yine romanın detaycı anlatımının filmde film diliyle görselleştirilebilecek kısımlarının dışında kalan yanları da mevcuttur. Örneğin kitapta uzun uzun anlatılan yönetim sisteminin nasıl işlediğine dair kısımların aynı ayrıntılı anlatımla filmde verilebilmesi filmin yapısına ve etkisine zarar verebilecek oluşu yüzünden detaylandırılmamıştır. Winston’un hafızasında bir anda parlayan onu etkilemiş ve hafızasında yer etmiş geçmişe ait görüntüler kitapta filmde olduğundan daha az yer tutmaktadır.  Roman Winston’un harabeden bozma bir binadaki küçük dairesine gidişiyle birlikte onun ve içinde bulunduğu mekanın nasıl göründüğünün tasvirleriyle başlarken, film devletler arası savaşlara ait görüntülerin düşünce suçlularının itiraflarının ve “büyük biraderin” etkileyici görüntüsünün yansıtıldığı dev bir ekranla ve burada bulunan insanların görüntüleriyle başlamaktadır. Romanda Winston’a yapılan işkencelerin anlatımıyla yaratılmak istenen etki filmdeki görsel karşılığıyla birlikte daha da pekişmiştir. 


     Baskıcı bir ortam, baskının bilincine varma, başkaldırı, ihanet, yıkım ve teslimiyet olarak özetlenebilecek romandaki temalar ve romanın evreninde yaşayanların katıksız teslimiyetleri filmde aynıyla görselleştirilmiştir.


SONUÇ 

      George Orwell’ın 1949’da, karamsar öngörüleriyle kaleme aldığı ve tam da hikayesinin geçtiği ve romana ismini veren tarihte, Michael Radford tarafından başarılı bir biçimde sinemaya uyarlanan “1984”, günümüzde hala geçerliliğini koruyarak, yaşamlarımızı derinden etkileyen sorunlara distopik bir bakış açısı niteliği taşımaktadır.

     Bu eserin hem edebiyatta hem de sinema da yarattığı etkilerin farkına vararak, onun dünyasının içinde irdelenen, bireye ve topluma dair sorunlarla hesaplaşmak, bugün içinde olduğumuz evrenle, yaşadığımız tarihi dönemin bize sunduğu gerçeklerle hesaplaşmak ve gerçeklik algılarımızın derinlikleriyle yüzleşmek anlamına gelmektedir.

     “1984” bir sanat yapıtının insanın algı mekanizmasına olan etkisini her karşılaşıldığında tekrar tekrar hissettiren ve bu anlamdaki niteliğiyle güncel bir eserdir.

Eren GÖK 
2010-İzmir

KAYNAKÇA

DOLGUN Uğur, “şeffaf Hapishane Yahut Gözetim Toplumu – Küreselleşen Dünyada Gözetim, Toplumsal Denetim ve İktidar İlişkileri “, Ötüken Neşriyat A.Ş – İstanbul Ağustos 2008 1. Basım


LYON David, “Elektronik Göz – Gözetim Toplumunun Yükselişi” , Sarmal Yayınevi – Eylül 1997 – 1. Basım – çev. Dilek Hattatoğlu


BAUDRİLLARD Jean, “ Simülakrlar ve Simülasyon” – Doğu Batı Yayınları – Eylül 2008 ´. Basım – çev. Oğuz Adanır


OSKAY Ünsal, “ Popüler kültür açısından çağdaş fantazya – bilim-kurgu ve korku sineması”, DER Yayınları–yayın no:133 İstanbul 1.Basım


ÖZDEMİR Selda Tan, “ kara filmler – neo-noir’dan future noir’e ” Altıkırbeş Yayınları 1. Baskı Şubat 2003 İstanbul


KÜÇÜKKURT Fatma Dalay – GÜRATA Ahmet, “ sinemada anlatı ve türler “ Vadi Yayınları 1. Basım Nisan 2004 Ankara


FROMM Erich,” Yanılsama Zinciri “ İlya İzmir Yayınevi    2. Baskı İzmir 2006 çev. Akın Kanat


UNABOMBAR, “ Sanayi toplumu ve geleceği “ Kaos Yayınları 1. Baskı Mayıs 1996 İstanbul çev. Kaos

          
FOUCAULT Michel, “ Hapisanenin Doğuşu” Çev: M.Ali Kılıçbay, II. Basım. Kasım. 2000




1 yorum: