Osmanlı İmparatorluğu’nu kurulduğu
tarihten varlığını sürdürdüğü süre boyunca diğer benzer topluluklardan ayıran
en temel özellik, bu toplulukların tarihsel diyalektiğini oluşturan ve dönemsel
olarak tanımlayabileceğimiz bir düzen anlayışına son vererek, her ne kadar
bilinçsizce yapılmış olsa da bir devrim gerçekleştirmiş olmasıdır. Marcel Mauss’un bağış kuramında ortaya
koyduğu bu toplumların yapısına baktığımızda, bir büyü düzeni olan potlaç yaşam
biçimi, genelde değişiklik ve değişime karşı olan bir düşünce yapısına
sahiptir. Karşı olma daha çok zihniyet değişikliğine karşı olma şeklindedir.
Çünkü ritüeller üzerine oturtulmuş törensel bir büyü düzeni olan karşılıklı
yükümlülük evreni irrasyoneldir. Bu zihniyete göre insanlar kendi kendini yineleyen
bir düzene sahip olan doğanın, yalnızca verip tüketip artı değer üretmeden süre
giden değişmezliğine inanmaktadırlar. Armağan kültürüne ait bu toplumlar, bu
kültüre özgü olan ve rasyonel düşünceden yoksun dogmatik yapıları gereği
gelişmenin ve ilerlemenin yaşanmadığı durağan bir kısır döngü üzerine
kuruludurlar.
22 Ekim 2011 Cumartesi
Dil ve Anlam Sorunları
Niyazi Berkes “Türkiyede Çağdaşlaşma”
kitabının “dil çağdaşlaşması ve siyasal anlamları” bölümünde, 1850’li yıllara
gelindiğinde, Tanzimat Dönemi’nin getirdiği Osmanlı geleneğinin yavaş yavaş
parçalanması sürecinin, dil, basın ve yazı alanlarındaki görünüşlerine
değinmiştir.Tanzimat Dönemi’nin dil, basın ve yazı alanlarındaki gelişmelerinde
“aydınlanma”, “halka doğru eğilimi” ve “siyasal özgürlük “ başlıkları altında
incelenebilecek üç düşün yönü saptamıştır.
Aydınlanma, başlangıcı
III.Selim zamanına kadar giden din ve gelenek alışkanlıkları yerine, aklın ve
özellikle batıda gelişen bilimsel ölçülerin üstünlüğü inancını simgeler.Siyasal
özgürlük, iktidarın mutlak gücünü kırarak demokrasi yolundaki halkın özgürlüğü
idealinin özlenmesidir. Halka doğru eğilimiyse yönetici tabaka ve halk kitleleri
arasındaki uçurumun başta dil olmak üzere birbirlerini anlama araçlarını
geliştirme isteğini yansıtır.
6 Ekim 2011 Perşembe
Cyberpunk
Bruce Bethke’ nin 1980 yılında yazdığı “ cyberpunk ” isimli
öyküsü bu kültürün hangi isimle anılacağını belirlemiştir. Ancak türün isim
babası olmasına rağmen “ cyberpunk kültürü ” nün hareket noktasının aslen
“Neuromancer” romanıyla William Gibson’ a ait olduğunu söylemektedir. Bethke’ nin
de belirttiği üzere Gibson “siber uzay”, “ matris ” ve “ sanal gerçeklik ” gibi
kavramları ilk kez ayrıntılı olarak tarif eden kişidir.
Önceleri “ cyberpunk ( siberpunk ) ” terimi sadece genç,
teknolojik hünerleri olan, etik tanımları olmayan, bilgisayar aracılığıyla
vandal ve suça meyilli karakterler için kullanılırken, artık bir alt-kültür
olarak insanları etkilemekte ve zaman içerisinde nereye gideceği kestirilemeyen
bir olgudur. Sibernetik bilimi ve punk alt-kültürü “ cyberpunk ” kavramının
teknoloji ve bireysellik olan iki temel noktasını belirleyen etkenlerdir.
Makineler aracılığıyla gerçekleştirilen bir isyan hareketi olarak da
görülebilecek “ cyberpunk ” hareketi ileri teknoloji içerisinde ve düşük yaşam
seviyesinde yaşanır. İnsan ve hayvanlar arasındaki genetik karışımlara
makinelerin de entegre olmasıyla kurgulanan gelişmiş teknoloji içerisinde
varoluşun bilinmezliği haykırırken dehşet içinde bir “ antiütopya ” ya doğru
yol alınmaktadır.
Etiketler:
altkültür,
bruce bethke,
cyberpunk,
neuromancer,
sanal gerçeklik,
siberpunk,
william gibson
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)