22 Ekim 2011 Cumartesi

Simülasyon Evresine Geçiş


Osmanlı İmparatorluğu’nu kurulduğu tarihten varlığını sürdürdüğü süre boyunca diğer benzer topluluklardan ayıran en temel özellik, bu toplulukların tarihsel diyalektiğini oluşturan ve dönemsel olarak tanımlayabileceğimiz bir düzen anlayışına son vererek, her ne kadar bilinçsizce yapılmış olsa da bir devrim gerçekleştirmiş olmasıdır. Marcel Mauss’un bağış kuramında ortaya koyduğu bu toplumların yapısına baktığımızda, bir büyü düzeni olan potlaç yaşam biçimi, genelde değişiklik ve değişime karşı olan bir düşünce yapısına sahiptir. Karşı olma daha çok zihniyet değişikliğine karşı olma şeklindedir. Çünkü ritüeller üzerine oturtulmuş törensel bir büyü düzeni olan karşılıklı yükümlülük evreni irrasyoneldir. Bu zihniyete göre insanlar kendi kendini yineleyen bir düzene sahip olan doğanın, yalnızca verip tüketip artı değer üretmeden süre giden değişmezliğine inanmaktadırlar. Armağan kültürüne ait bu toplumlar, bu kültüre özgü olan ve rasyonel düşünceden yoksun dogmatik yapıları gereği gelişmenin ve ilerlemenin yaşanmadığı durağan bir kısır döngü üzerine kuruludurlar.


Dil ve Anlam Sorunları

Niyazi Berkes “Türkiyede Çağdaşlaşma” kitabının “dil çağdaşlaşması ve siyasal anlamları” bölümünde, 1850’li yıllara gelindiğinde, Tanzimat Dönemi’nin getirdiği Osmanlı geleneğinin yavaş yavaş parçalanması sürecinin, dil, basın ve yazı alanlarındaki görünüşlerine değinmiştir.Tanzimat Dönemi’nin dil, basın ve yazı alanlarındaki gelişmelerinde “aydınlanma”, “halka doğru eğilimi” ve “siyasal özgürlük “ başlıkları altında incelenebilecek üç düşün yönü saptamıştır.

Aydınlanma, başlangıcı III.Selim zamanına kadar giden din ve gelenek alışkanlıkları yerine, aklın ve özellikle batıda gelişen bilimsel ölçülerin üstünlüğü inancını simgeler.Siyasal özgürlük, iktidarın mutlak gücünü kırarak demokrasi yolundaki halkın özgürlüğü idealinin özlenmesidir. Halka doğru eğilimiyse yönetici tabaka ve halk kitleleri arasındaki uçurumun başta dil olmak üzere birbirlerini anlama araçlarını geliştirme isteğini yansıtır.

6 Ekim 2011 Perşembe

Cyberpunk

Bruce Bethke’ nin 1980 yılında yazdığı “ cyberpunk ” isimli öyküsü bu kültürün hangi isimle anılacağını belirlemiştir. Ancak türün isim babası olmasına rağmen “ cyberpunk kültürü ” nün hareket noktasının aslen “Neuromancer” romanıyla William Gibson’ a ait olduğunu söylemektedir. Bethke’ nin de belirttiği üzere Gibsonsiber uzay”, “ matris ” ve “ sanal gerçeklik ” gibi kavramları ilk kez ayrıntılı olarak tarif eden kişidir.
Önceleri “ cyberpunk ( siberpunk ) ” terimi sadece genç, teknolojik hünerleri olan, etik tanımları olmayan, bilgisayar aracılığıyla vandal ve suça meyilli karakterler için kullanılırken, artık bir alt-kültür olarak insanları etkilemekte ve zaman içerisinde nereye gideceği kestirilemeyen bir olgudur. Sibernetik bilimi ve punk alt-kültürü “ cyberpunk ” kavramının teknoloji ve bireysellik olan iki temel noktasını belirleyen etkenlerdir. Makineler aracılığıyla gerçekleştirilen bir isyan hareketi olarak da görülebilecek “ cyberpunk ” hareketi ileri teknoloji içerisinde ve düşük yaşam seviyesinde yaşanır. İnsan ve hayvanlar arasındaki genetik karışımlara makinelerin de entegre olmasıyla kurgulanan gelişmiş teknoloji içerisinde varoluşun bilinmezliği haykırırken dehşet içinde bir “ antiütopya ” ya doğru yol alınmaktadır.