22 Ekim 2011 Cumartesi

Simülasyon Evresine Geçiş


Osmanlı İmparatorluğu’nu kurulduğu tarihten varlığını sürdürdüğü süre boyunca diğer benzer topluluklardan ayıran en temel özellik, bu toplulukların tarihsel diyalektiğini oluşturan ve dönemsel olarak tanımlayabileceğimiz bir düzen anlayışına son vererek, her ne kadar bilinçsizce yapılmış olsa da bir devrim gerçekleştirmiş olmasıdır. Marcel Mauss’un bağış kuramında ortaya koyduğu bu toplumların yapısına baktığımızda, bir büyü düzeni olan potlaç yaşam biçimi, genelde değişiklik ve değişime karşı olan bir düşünce yapısına sahiptir. Karşı olma daha çok zihniyet değişikliğine karşı olma şeklindedir. Çünkü ritüeller üzerine oturtulmuş törensel bir büyü düzeni olan karşılıklı yükümlülük evreni irrasyoneldir. Bu zihniyete göre insanlar kendi kendini yineleyen bir düzene sahip olan doğanın, yalnızca verip tüketip artı değer üretmeden süre giden değişmezliğine inanmaktadırlar. Armağan kültürüne ait bu toplumlar, bu kültüre özgü olan ve rasyonel düşünceden yoksun dogmatik yapıları gereği gelişmenin ve ilerlemenin yaşanmadığı durağan bir kısır döngü üzerine kuruludurlar.


Günümüzde bile hala izlerine rastladığımız geleneksel bir düşünde yenileşme ve çağdaşlaşma kavramları olamaz. O düşüne göre hiçbir değişme iyiye götürmez; ancak bozulmaya götürür. Osmanlı İmparatorluğu da bu kültürün gerçek anlamada ve en saf haliyle yaşandığı bir süreç geçirmiştir. Bu süreç içerisinde toplumsal yapısını belirleyen unsurlar muazzam bir uyum içerisinde, ne biri diğerinin baskısı altında ne de biri diğerine baskın bir durumda olmayıp neredeyse birbirlerinden ayrı düşünülemeyecek kadar iç içe geçmiş bir bütünlük oluşturmaktadırlar. Bu yapıyı oluşturan şeyse bireysel çıkarlardan bilerek ve isteyerek vazgeçilerek kolektif çıkarların ön planda tutulduğu prestij ve itibarın en değer verilen kavramlar olduğu ve temel kuralı almak ve daha fazlasıyla iade etmek olan bu oyuna katıldığında herkesin kazançlı çıkacağı düşüncesinin hakim olduğu bir zihniyettir. Yasaların değil kuralların yani geleneklerin egemen olduğu bir düzendeki değiş-tokuş mantığı, yalnızca ekonomik olanı değil yaşamın her alanını kapsamaktadır. Ayrıca bir dayanışmaya sahip olan bu toplumlarda herkes aynı anda zenginleşip aynı anda yoksullaşabilmektedir. Maddiden çok manevi bir anlama sahip olan değiş-tokuş olayı hem toplumsal, hem inanç biçimi, hem ekonomik, hem hukuki , hem de kültüreli kapsamaktadır. Böyle bir zihniyetin egemen olduğu bir düzende maddiyat yalnızca prestij ve itibarı elde etmek amacıyla bir araç özelliğindedir. Maddiyatın tek başına ne bir anlamı vardır ne de toplum yapısını tek başına belirleyebilmektedir. Modern yaşam biçimiyle arasındaki en önemli farklardan biri bu maddi ve manevi ayrımına sahip olmamasıdır.     


Bu dönemde maddiyatı oluşturan değerlerin elde edilmesindeki en önemli şeyse, savaşlardan elde edilen her tür ganimetin sağladığı gelirlerdir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en mükemmel vergi döneminin 1300–1453 yılları arasında olduğunu söyleyen Akdağ’a göre bunun sebebinin o dönemdeki ganimet bolluğuna bağlı olan vergilerin düşüklüğü olduğu iddia edilmektedir. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişme dönemi olarak adlandırdığımız bu dönemde fetih ve kahır politikası güdülerek hızla büyüyen ve küçük bir beylikten 3 kıtaya yayılmış büyük bir imparatorluğa dönüşen Osmanlı Devleti, ekonomisini ayakta tutan en büyük gelir kaynağı olan bu topyekûn savaşları artık finanse edemez duruma gelmiştir. Bu savaşların sebep olduğu muazzam harcamalar sebebiyle savaşlara son verirken, Osmanlı İmparatorluğu, en büyük gelir kaynağını yitirmiş ve bu tarihten sonra dışarıdan fetih yoluyla elde edemediği gelirleri kendi egemenliği altında bulunanlardan temin etmeye başlamıştır.



Yine Akdağ, Celali İsyanlarını anlattığı Türk halkının dirlik ve düzenlik kavgası adlı kitabında daimi savaşların neden olduğu masrafları karşılamak için çeşitli vergiler ve bunların sürekli hale getirilmesinin halkı yoksullaştırdığını söylemektedir. Ayrıca eskisi gibi büyük ganimetler elde edilemeyişin de en çok tımar sahiplerini etkilediğinden bahsetmektedir. Üstelik sefere gitmenin kayıpları yüzünden reaya için bir tehdit unsuru olan kapıkullarının da düzende kargaşaya yol açtığından söz etmektedir. Kadıların bile yargı anlayışları kendi maddi çıkarları doğrultusunda seyretmeye başladığında hükümet idaresinin itibarının da halkın gözünden düştüğünü yazmaktadır.    

  

Bu durum birazdan bahsedeceğimiz maddiyatın ön plana geçerek toplumsal yapıdaki bozulmalara yol açtığı gibi Berkes’in aktardığı üzere, örneğin Köprülü’nün 4000 sipahi, yeniçeri, paşa v.b insanların kellesini uçurtarak el konulan servetleri sayesinde saraya bir süreliğine rahat bir nefes aldırması kadar uç noktalara ulaşmıştır.    

  

Armağan kültürünün yaşandığı bir toplumda her zaman veren el konumunda bulunarak prestij ve itibarını koruyan devlet bu tarihten itibaren toplumun karşısında alan el konumuna düşmüş ve dolayısıyla prestij ve itibarını yitirme tehlikesi baş göstermiştir. Bu zaman dilimi içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan armağan kültürü kökenli bütün topluluklarda bu kültüre ait olan oyunun kuralları bozulmaya başlamış ve bir kısır döngü içinde kendini yineleyen bu düzenin bir daha geri dönülemez biçimde yeni bir dünya düzenine dönüşmesi yönündeki süreçte başlamıştır. Bu yeni süreç, bir yandan eski düzene ait bütün her şeyin bozulmaya yıpranmaya ve yozlaşmaya başladığı fakat aynı zamanda da eski düzene ait her şeyin yerli yerinde durduğu eski hedeflerin ve amaçların hala devam ettiği ve dolayısıyla devletin hala veren el olduğu eski düzendeki prestij ve itibarının var olduğu izleniminin yaşatılmaya çalışıldığı bir süreçtir.      




Osmanlı İmparatorluğu’nun gelir kaynakları azalmaya başladığında yani gelirler giderleri karşılayamamaya başladığında bu kez dışarıdan temin edilemeyen gelir düzenin kendi içindekiler üzerinde kurduğu baskılar sonucu temin edilmeye çalışılacak ve artık merkezde dahil tüm toplumun kollektivitenin çıkarları için kendi çıkarlarından bilerek ve isteyerek vazgeçtikleri bir dönem sonlanarak herkesin kendi kişisel çıkarları peşinde koştuğu ve herkesin iktidar savaşı verdiği bir dönem başlayacaktır. Bu yeni kimin gücü kime yeterse döneminde padişah dahil büyük tımar ve has sahiplerine kadar herkes savaşların sona ermesiyle oluşan bu ekonomik daralmadan etkilenmeye başlamıştır. Toplumun büyük çoğunluğunun gelirleri giderlerini karşılamamaya başladığında tüm servet sahiplerinin can güvenliği tehlikeye girerek padişah bile alaşağı edilebilmektedir.     




Yüzyıllar boyunca toplumun yapısını ve yaşam tarzını belirlemiş değişmeyen ve değişime karşı bir zihniyetin değişip dönüşerek rasyonel aklın temellerinde toplumsal ilerlemeye açık yeni bir zihniyetin oluşabilmesi için öncelikle mevcut düzenin bozuma uğraması gerekmektedir. Bu bakımdan tarihsel diyalektiğin bir gereği olan ve dolayısıyla uzun vadede olumlu bir süreç olarak değerlendirebileceğimiz bir ‘’simülasyon evresi’’nin Osmanlı İmparatorluğu‘nda maddiyatın ön plana geçerek oyunun kurallarını bozmasıyla birlikte başladığını söyleyebiliriz. Ancak eski düzene ait tüm kavramların anlam ve içeriklerini yitirerek yeni anlam ve içeriklere kavuşup yepyeni bir zihniyetin oluşabilmesi için maddiyatın belirlediği bir toplumsal yapı yeterli olmamaktadır. Bu yalnızca eski tüketim düzenine devam edebilmek için, üretim düzenindeki dışa bağlı gelirlerin artık içe dönük bir şekilde elde edilmeye çalışılmasından kaynaklanan bir bozulmaya sebep olmuştur. Bu bozulma Osmanlı İmparatorluğu’nun, coğrafi yapı, nüfus, ulaşım v.b konulardaki olumsuz özellikleri sebebiyle batıda olduğu gibi üretim araçlarını rasyonelleştiremediğinden eski tüketim düzenine devam edebilmek için herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı sözde bir üretim değişikliğinden kaynaklanmıştır.     




Herkesin kendi kişisel çıkarları doğrultusunda birbirinin kuyusunu kazdığı bu dönemde ilk olarak hanedanlık kapıkullarına özellikle yeniçerilere güvenerek düzenin oluşmasında katkıda bulunan herkese ve özellikle de tımar sahiplerine karşı meydan okumaya başlamıştır. Bu meydan okuma özellikle klasik tımar sisteminde yapılan değişiklikler sonucunda mansıp ve mukataaların verilişinde yolsuzluklara ve kamuya hizmet etmek yerine kamu gelirini kendi kişisel mülkiyeti haline getirme eğilimleri gibi karşılıklı güvene dayanan devlet yapısını çürüten durumlara sebebiyet vermiştir. Berkes  200 yıldır bocalama sebebimizi araştırırken 17. yy dan sonra Osmanlı düzenindeki bozulmanın en önemli sebebini bu sistemin can damarı diyerek ifade ettiği toprağın idare ediliş  yöntemlerindeki değişikliklerden kaynaklandığını fark ederken bunun o dönemde fark edilemeyişinin sebebini ise o dönemin düşünüş şeklinin hayatı duran değişmeyen ve değişmemesi gereken bir düzen saymalarından ileri geldiğini belirtmiştir.Daha önce tımarlı ordusunun finanslanmasını tımar zeamet sisteminin kendisi sağlarken ve bunlar mali ve askeri yararlılık niteliklerini ispat edenlere belirli mali-askeri hizmetleri yapma karşılığı olarak verilirken yapılan değişikle birlikte hazinenin ihtiyacı olan kesinleşmiş vergi geliri miktarını peşin alma düşüncesiyle ihale yöntemiyle bu parayı verebilecek kimselere verme usulü başlamıştır. Ve satışlarda ister istemez rüşvet rol oynamaya başlamıştır. Alan hem almak için ödediği peşini hem de ödediği rüşveti çıkarmak zorunda olmasının yanında bu işe kamu hizmeti amacıyla değil servet edinme amacıyla giriştiğinden faiz denen farkı olabildiğince karlı duruma getirmek istemektedir. Böylece reaya da sömürülmüş olmakta dolayısıyla armağan kültürüne özgü bir toplumsal yapı üzerinden düşünüldüğünde zararlı çıkan yine devletin-hazinenin kendisi olmaktadır. Görüldüğü gibi devlet hantallaşan bu imparatorluğu finanse edemez duruma gelmiştir. Son verdiği savaşlardan sağlayamadığı ve kendi içindeki üretimi sahip olduğu olumsuz koşullar nedeniyle rasyonelleştiremeyip gelir kaynağı yaratamadığından, içine düştüğü ekonomik sıkıntıyı mevcut düzende yaptığı birtakım sözde değişiklerle gidermeye çalışmış ancak bu durum karşılıklı bir güvene dayalı olan toplumsal bir kuralın çiğnenmesine ve ekonomik çıkarların ön plana geçtiği bir bozulmaya sebep olmuştur. Bu değişiklikleri reaya ve devlet aleyhine sömürücülüğe dayanan bir sınıflaşma süreci olarak değerlendiren Berkes , bunun batıdaki yeni paralı sınıfın doğuşundan farklı olan yanının , servet birikiminde eski üretim biçimlerini değiştirmeye yeni üretim biçim ve ilişkileri yaratmaya yol açması yerine , eski üretim yöntem ve ilişkilerini daha da bozuk ve güçsüz biçimleriyle tutmaya yol açmıştır demektedir. Ayrıca paralı sınıfla hükümdar arasında bir çeşit ortaklık yaratma yerine bir çeşit düşmanlık geliştirdiğini ve bu bozuluşu derinleştirmeye yarayan ve yeni ekonomik sistemin gelişmesini imkansızlaştıran tefeci ve sarraf gücünü yarattığını söylemektedir. Ki reaya tefecilik yapan ayanlara bağlanmış, mukataa alanlarsa ödeyecekleri peşin için resmen tanınan ve kuyruklu denen sarraflardan bir kefil göstermeye mecbur kalmışlardır. Yani halk ve devlet hazinesi faizcilerle sarrafların ipoteği altına girmiştir. Padişah işte bu yüzden kapıkullarına muhtaçtır. Çünkü ancak onların gücüyle ayana, paşalara, sarraflara karşı koyabilir, zaman zaman bunlara yuttuklarını kusturmaktadır. Ancak kapıkulu ocağının da bir rant haline gelmesiyle düzen tam anlamıyla içinden çıkılamaz bir şekilde ve artık geri dönülemez biçimde karışmıştır. Mali bunalım koşulları altında yeniçerilik devlet kulluğu olmaktan çıkmış, bir sınıf siyasal güç kazanan bir parti olmuştur. Artık eski devşirme uygulanmamakta, ordu yeniçeriliğe alınması gereken fakirleşmiş esnaf ve köylü ile dolmaktadır. Enflasyon yüzünden ulufeli asker sefer zamanında bile asker olarak kaldıkça geçimini sağlayamamaktadır. Bu artık sivilleşmiş ocak durumuna gelmiş kurumdakilerin ulufelerini dışardan bir iş edinip onun kazancıyla tamamlamalarına göz yumulmaktadır. Böyle bir yeniçeri için savaşa gitmek yıkım demektir. Kışlalarda ihtiyarlar ve iş tutamayanlardan başkası yoktur. Bir yandan toplumun fakirleşen kitleleri yeniçerileşirken öte yandan yeniçeriler kasap, hamal, manav, v.b ayaktakımı işlerine yayılmaktadırlar. Ekonomik gelişme olmadığından, bu büyük kitlenin iş gücü üretimde kullanılmadığı gibi ocak da askerlik gücü açısından hazine için israflı bir kurum haline gelmiştir. Çünkü artık yeniçerilik askerlik değil, ulufe sahipliği demektir. Yoksul halk tabakasının bir geçim kaynağı durumuna gelen yeniçerilikte, ulufe tezkireleri küçük esnafın elinde devlet bonosu gibi alınır satılır hale gelmiş hatta ölen yeniçerileri bildirmeyen yeniçeri subayları onların tezkireleriyle ulufe almaya devam etmişlerdir. Yeniçerilerin ulufe tezkireleri yeniçeri ağalarına, ustalarına hatta devletteki daha büyüklere bir gelir kaynağı olmaya başlamıştır.      




Gelir kaynaklarının içe dönük bir şekilde elde edilmeye başlamasıyla ekonomik olanın toplum yapısını belirlemeye başlayıp uzun soluklu bir değişim-dönüşüm sürecine girilmesine neden olmasının yanı sıra çağdaş bir görünüm alan batılı toplumların Osmanlı İmparatorluğunun geleneksel yapısına kaçınılmaz biçimde nüfuz etmeye başlamasının da bu sürece etkisi olmuştur. Değerli metal akışının Avrupa’da meydana getirdiği büyük fırsat devrimi feodal ekonomiyi yıkmış olmakla birlikte kapitalist ekonominin gelişmesine engel olan, toplumsal, siyasal, dinsel koşulların direnmekte olduğunu söyleyen Berkes, Avrupa’da 17. yüzyıldaki çalkalanmaların bu koşulların yeni gelişmeleri tıkamakta oluşundan ileri geldiğini fakat Osmanlı İmparatorluğu içindekilerden farklı olarak batılı ülkelerin bu güçlükleri yenmiş, 1720 den sonra yeni sanayi uygarlığının ilk aşamasına girildiğini belirtmiştir. Batıda başlayan bu gelişmelerin Osmanlı İmparatorluğun’da etkileri 18. y.y sonlarına doğru kendini gösterdiğini ve Osmanlı’nın bu gelişmelere ayak uyduramadığı ölçüde arkadan sürüklenmeye, nihayet Tanzimat la birlikte o selin içinde kendini koyuvermeye zorlandığını söylemektedir. Yine bu gelişmelerin siyasal alanda olmaktan çok ekonomik alanda Osmanlı İmparatorluğu’na çarptığını ve Osmanlı’nın ‘kefere’ sözcüğü altında toplayıp üstünlük duygusuyla bunların ticaret temsilcilerine kendi ekonomilerinin ve siyasal örgütlerinin temellerini etkileyecek ticari imtiyazlar vermekte sakınca görmedikleri gibi tımar sisteminin kapıkulu örgütünün bürokrasi ve maliyenin altüst olmasının bu 18. y.y Avrupası’nın ekonomik etkileri sonucu olduğunu söylemektedir. bu durumun anlaşılamamasının başlıca nedeni padişahlık sisteminin ekonomik görüşünün yeni ticaret sınıfının  etkisiyle yürüyen merkantil hükümetlerin görüşünün tersine olan bir görüş olmasıdır. Yeni Avrupa dünyasının bu farkına varılamayan çarpışı geleneksel rejimde öyle bir altüst oluş durumu yaratmıştır ki devlet gövdesinin en önemli organlarının asılları tersine dönmüş padişahtan yeniçeri askerine, reayadan ulemaya dek bütün geleneksel organlar yerlerinden çıkıp işlemleri bozulmuştur. Çünkü bir duraklama evresine girildiğinde örneğin günümüzde modern toplumlarda da gördüğümüz üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun bu döneminde siyasal açıdan yani ideolojik anlamda yenilikler sona ererek bireysel çıkar temelli maddi anlamdaki uygulamalarla düzen simüle edilmeye çalışılmaktadır. Ve bu uygulamaların Osmanlı’ya genellikle yanıbaşında ki yeni batıdan ithal edilme durumu söz konusudur.




İktidar artık her anlamda halka daha çoğunu verebilecek durumda değildir ve Kanuni döneminde padişah kendi üzerine düşenleri kendi insiyatifine bırakarak kulların uyması gereken kuralların aynen devam ettiğini duyurmak zorunda kalmıştır. Toplumu oluşturan herkesin benimsediği gelenekselleşmiş bir düzen derinden sarsılarak ortaya bir çelişki çıkmıştır.bu yeni durum karşısında ilk önce kendilerine verilenle yetinilmesi istenen tımar sahipleri ayaklanmış daha sonra halk içinde ayaklanmalar başlamıştır. İktidar, prestij ve itibara sahip olduğu sürece iktidar olarak kalacağını bildiğinden çıkan ayaklanma ve isyanları önlemek için maddi gücünü kullanıp prestij ve itibarını korumak istemiştir. İşte tam bu noktada bir simülasyon evreninin varlığından söz edilebilinir. Çünkü bu kez iktidarın prestij ve itibarı eski düzende olduğu gibi toplum tarafından öyle görüldüğü için değil parayla satın alındından dolayı ve parayla satın alındığı sürece öyle görünmeye başlamıştır.     


Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk kurulduğu ve potlaç tarzı yaşam biçiminin egemen olduğu yıllardan bu düzenin bozulmaya başlayıp bozuma uğramış haliyle devam ettiği yıllar boyunca en önemli kavramlar prestij itibar ve otorite olmuştur. Bu uğurda yani prestij itibar ve otorite sahibi olabilmek adına tüm servetlerini son kuruşuna kadar harcamaktan çekinmeyen ve günümüz rasyonel düşünme biçimiyle düşünüldüğünde aptallık olarak değerlendirilebilecek bu irrasyonel düşünme biçimi belli bir zihniyetin ürünüdür. Ancak bozuma uğramamış bir düzende, yaşadığınız topluma verebildiğiniz maddi manevi her tür değer karşılığında toplumun size verdiği saygınlık, bozuma uğramış bir düzende parayla ya da zorla satın alınmaya çalışılan bir kavrama dönüşmüştür. Yani belli bir gerçekliğin egemen olduğu bir dönemden o gerçekliğin yerini alan bir simülasyon evrenine geçildiğinde bir önceki döneme ait tüm kavramlar içi boşaltılarak başka anlamlar ifade etmeye başlamaktadırlar. 


Neticede saygınlığın paranız olduğu ölçüde satın alınabilecek bir kavrama dönüşmesi sonucu, maddiyat artık toplumsal politik ve kültürel olanı tek başına belirleyebilen bir unsur haline gelmektedir.  



Eren Gök

Kaynakça


Oğuz Adanır Eski Dünyaya Yeni Bir Bakış I-II-III

Oğuz Adanır Osmanlı ve Ötekiler: Kapitalizm Öncesi Evrensel Kültür / Zihniyetten Günümüze
Niyazi Berkes Türkiyede Çağdaşlaşma
Marsell Mauss Sosyoloji ve Antropoloji
Halil İnalcık Toplum ve Ekonomi
Mustafa Akdağ Celali İsyanları

1 yorum:

  1. Prof. Dr. Oğuz Adanır'ın öğretilerinden yola çıkılarak hazırlanmıştır.

    YanıtlaSil