13 Ocak 2013 Pazar

Unutulmaz Sahneler

Sinema izleyicisi için her film kendine özgü, ayırt edici bir özellik taşır. Bazen filmin bile önüne geçen bu özellik, aynı zamanda o filmin anımsanma biçimidir. Bazılarının afişi akılda kalır, bazılarının müziği ya da etkileyici diyalogları… Bazı filmleri yönetmenleriyle anımsarız; bazılarını oyuncularıyla... Yapılan çekim hataları, hatta absürdlükler, acemilikler bile o filmi unutulmaz kılar. Aklımıza kazınmış sahneleriyle hatırladığımız ve her zaman hatırlanacak o filmlerden birkaçı... 



( l’arrivee d’un train a la ciotat - louis lumiere  ,  auguste lumiere - 1896)  
 “Sinema Tarihinin En Unutulmaz Sahneleri” diyorsak o zaman ilk önce kesinlikle “l’arrivee d’un train a la ciotat” ı hatırlamamız kaçınılmazdır. Çünkü sinemanın gerçek ve kurmaca arasındaki en saydam sanat olduğunu kanıtlayan hiç şüphesiz tarihteki ilk film olan “Trenin Gara Girişi”dir. Bunu beyazperde de gören insanların, tren sanki üstlerine geliyormuşcasına kaçışmaya çalışmaları sinemanın etkisini gösterir niteliktedir. Günümüz bilmem kaç boyutlu sinema seyircisiyle o dönemin trenden kaçan seyircisi arasında aslında hiçbir fark bulunmamaktadır. Sinemayı gerçekliğe kavuşturacak yegane olaysa, Neo’ya sıkılan kurşunların perdeden çıkarak patlamış mısırını yiyen seçilmiş, gerçek bir talihsizin ölümüne neden olması olurdu. 

( PSYCHO - ALFRED HİTCHCOCK - 1960 )
 45 saniyelik bir sahne için 70 ayrı kamera, seyircinin başını döndürecek kadar hızlı onlarca plan geçişi ve tam 7 gün süren çekim… Sinema tarihinin en akılda kalıcı sahnesindeki başarının yalnızca bir tesadüf değil, usta bir yönetmenin yoğun emeğinin izlerini taşıdığını anlamamız için yeterli sanırım.

( MODERN TİMES - CHARLİE CHAPLİN – 1936 )


       Chapline’in ufak tefek, sakar bir serseri olan fakat bütün insani değerleri bünyesinde barındıran “Şarlo” karakteri “Modern Zamanlar”da da bu değerleri yaşatabilmek adına trajikomik bir savaş vermektedir. Chapline bu sahnede Şarlo’nun sakarlığından yararlanarak insanların sahip oldukları değerleri unutup, yavaş yavaş makinelerin bir parçası haline geldiklerini anlatır. Bu kadar ciddi ve trajik bir durum söz konusuyken bile umutsuz değildir. Çünkü insanlar gülebildikleri sürece insanlıklarını unutmayacaklardır.

( 2001: A SPACE ODYSSEY - STANLEY KUBRİCK – 1968 )
 Eğer zamanı ve yeri bir yazı ile belirtmiyorsanız sinemada zaman aşımı yaratmak ve bunu izleyiciye kabul ettirmek zordur. Bir anda geçen birkaç aylık süre bile seyircinin gözüne batabilir. Kubrick “2001 Uzay Macerası” filminin o meşhur sahnesinde, fırlatılan bir kemiği yörünge uydusuna dönüştürerek binlerce yıllık bir zaman aşımını büyük bir ustalıkla gerçekleştirmiş bulunuyordu.

( SİNGİN’İNTHE RAİN - STANLEY DONEN , GENE KELLY – 1952 ) 
 Yağmurda ıslanmayı sevmeyen insanlar bile kendini bu müzikal başyapıtın çoşkusuna kaptırıp yağmur hızlanırken adımlarını yavaşlatabilirler. Su birikintilerine bilerek basıp kulaklarındaki o büyülü şarkıya eşlik edebilirler.  .I .I singin'in the rain I. I.

( BRONENOSETS POTYOMKİN - SERGEİ EİSENSTEİN – 1925 )


Sinemada kurgu denilince ilk akla gelen isimdir Eisenstein. Belki o yıllarda sinemaya henüz sesin dahil olmayışı anlatılmak istenilenin daha farklı biçimlerle iletilmesine neden olmuştur. İşte “Potemkin Zırhlısı” filmindeki “Odesa Merdivenleri Sekansı”da yoğun bir anlatımı bünyesinde barındırır. O merdivenlerden dans edercesine inerken insanları katleden çarlık askerlerinin yarattığı vahşeti, yüzünüzde bir tokat gibi hissedersiniz.


( THE SHAWSHANK REDEMPTİON - FRANK DARABONT – 1994 )


Ciğerlerimize çekip uzun müddet tuttuğumuz bu enfes sahnede Andy Dufresne’nin bir şekilde kaçarken geçtiği yol , ardında bıraktığı tutsaklık bizlerin hayatına atıfta bulunur gibidir. Herkes bir gün ellerini özgürce havaya kaldırıp haykırmanın hayalini kurarak okuluna ya da işine gidiyordur muhtemelen ve bu sahnenin buna katkısı yadsınamaz.


 ( TAXİ DRİVER - MARTİN SCORSESE – 1976 )

İzlediğiniz filmin gerçeküstü bir tarzı yoksa o filmin gerçek hayatla bir etkileşimi olmasını beklersiniz. Yaşanılanları ne kadar yansıtıyorsa o denli başarılı bulursunuz. Geçirdiği büyük değişimi izlediğimiz Travis’in ayna karşısındaki o meşhur monoloğu, aslında 70’ler Amerikası’ndan günümüz Türkiye’sine kadar yaşanan hayatla iç içedir. Bugün sokakta her an karşınıza “Bağamı diyon ? Ne diyon?” diyerek çıkışan, patlamaya hazır onlarca bomba çıkabilir.

( UN CHİEN ANDALOU - LUİS BUNUEL - 1929)

Sürrealizm akımının öncülerinden Luis Bunuel ve Salvador Dali’nin gördükleri rüyaları birbirlerine anlatarak ortaya çıkardıkları filmin açılış sahnesi, rahatsız edici olduğu kadar etkileyicidir. “Bir Endülüs Köpeği”ni izlerken kendinizi uyanmak istemediğiniz 16 dakikalık bir kabusun içinde hissedersiniz.


 ( THE EXORCİST - WİLLİAM FRİEDKİN – 1973 )

Her sahnesiyle korkutan hatta travmatik etkiler yaratan “Şeytan”ın korku filmleri arasında ayrı bir yeri vardır. Yeni nesle yatak altı canavarlarını sorduğunuzda size, 60 yaşlarında botokslu bir kadın tasviri yapabilir ama ebeveynlerimizin yatak altı canavarları söz konusuysa kuşkusuz bu film ve içine şeytan kaçmış bu kızın adı anılır.  Küçük kızımızın başını 180 derece çevirdiği, aklımıza kazınan o sahneyi izlerken eminim herkesin yüzünde anlatılması zor tuhaf bir ifade belirmiştir.


( GONE WİTH THE WİND - VİCTOR FLEMİNG – 1939 )

Çekildiği dönemin sansür kuralları gereğince 3 saniyeden fazla öpüşme görüntüsüne izin verilmiyor olması bu eşsiz öpüşme sahnesinin önüne geçememiştir. Filmin yönetmeni, bu aşkı ortaya koyabilmek için dağları delmiş, çölleri aşmış ve 3 saniye kuralını yıkmadan sinema tarihinin en uzun ve akılda kalıcı öpücüğünü yaratmıştır.

( SEVEN YEAR İTCH - BİLLY WİLDER – 1955 )

Yalnızca bir filmi değil Hollywood’un en önemli starlarından ve dünyanın en önemli ikonlarından biri olan Marilyn Monroe’nun ismini duyduğumuzda da, etekleri uçuşan beyaz elbisesi içinde seksi bir sarışın belirir gözümüzün önünde. Sonraları defalarca kez taklit edilen bu sahnesinin Seda Sayan tarafından da canlandırılacağını bilseydi sanırım Marilyn o eteği hiç giymemeyi tercih ederdi.

( THE GODFATHER - FRANCİS FORD COPPOLA – 1972 )
The Godfather’ın mafya dünyasını en iyi anlatan film olduğu su götürmez bir gerçektir. Don Vito Corleone’nin o meşhur “O’na reddedemeyeceği bir teklif sunacağım” repliğinden nasiplenenlerden biri de talihsiz stüdyo sahibidir. Eğer karşınıza acımasız bir mafya babasını alırsanız alışık olmadığınız günaydın deme biçimlerine de hazırlıklı olmalısınız.

( LİFE İS BEAUTİFUL - ROBERTO BENİGNİ -1 997 )
Dünyayı yıkan ve milyonlarca insanı umutsuzluk kuyularında boğan bir savaşın kendi oğlunda en az etkiyi yaratması için çabalayan bir baba… savaşın bir oyun olduğuna inanan pek modern(!) görüşlerin üstünü karalayarak kendi oyununu oynayan… savaşın tam ortasında zararsız bir oyun yaratmaya çalışan babanın, ölüme giderken bile oğlunu güldürmeye çalıştığı o görkemli yürüyüşü milyonlarca insanı ağlatmıştı…

( A CLOCKWORK ORANGE - STANLEY KUBRİCK - 1971)
Şiddeti hayat felsefesi olarak benimsemiş bir suç makinesi olan Alex, topluma uyumlu hale getirilmesi için tuhaf bir tedaviye maruz kalır. Uzun süre yoğun şiddet içeren görüntüler zorla izlettirilirken özgür iradesi elinden alınır.

( ALİEN - RİDLEY SCOTT - 1979)
Normal bir doğum anını izlemek zordur. Herkesin yüreği dayanmaz. Bu sahnedeki normal bir doğum değil; sezeryan değil; hatta doğum yapan bir kadın değil. Evladınız olsa sevmeyeceğiniz bir yaratığın, adamın birinin karnını deşerek dışarı çıkmasını izlemek her seyircinin harcı değil. Doğal olarak izleyen kişinin unutabileceği bir durum söz konusu değil. 

( EDWARD SCİSSORHANDS - TİM BURTON – 1990 )
Sevdiği kızın saçlarını onları kesmeden okşayamayan ama dokunduğu her şeyi ona olan sevgisiyle şekillendiren Edward’ın aşkı sıcak fakat hikayesi soğuktur. Zira buzdan heykelleri erimesin diye havalar nasıl olursa olsun kendi karını yağdırmayı başarır.

( BASİC İNSTİCT - POUL VERHOEVEN – 1992 )
Filmin yönetmeni bu sahneyi çekeceği zaman seti boşaltarak yalnızca Sharon Stone’la kaldıklarını ve ne görmek istiyorsa Stone’un onu gösterdiğini söylemiştir. Kaç izleyici yönetmenin göstermek istediği şeyi görebildi bilinmez ama kesinlikle çok kişi bu sahneyi izlerken heyecandan terlemiştir.

 ( E.T - STEVEN SPİELBERG -1982 )
Dünyayı istila etmek istemeyen, tek derdi kendi dünyasına dönmek olan sevimli bir uzaylı ve küçük bir çocuğun macerası, ötekileştirdiğimiz her şeyin karşısına dostluğu koyar. Ucu parlayan o parmaktan iğrenmeyiz, aksine ona dokunmak isteriz. Bir çoğumuzun çocukluğunun filmidir E.T.  ve her dolunayda uçan bir bisiklet silueti göresimiz gelir.

( TİTANİC - JAMES CAMERON – 1997 )
Ellerinde mendilleriyle, asla batmaz denilen o devasa geminin önünde kanatlarını aşka ve özgürlüğe açmış Jack ve Rose’u izleyen kaç kişi unutabilmiştir ki bu sahneyi? Ada turlarında, şehir içi vapur seferlerinde hatta balıkçı teknelerinde bu sahne her zaman yaşanır , yaşatılır.

1 yorum:

  1. Benim de en sevdiğim sahne taxi driver daki sahne. Sinema tarihinin en önemlilerinden.

    YanıtlaSil